,

Freud, Jung ve Erich Fromm Yaklaşımlarıyla Anne Olgusu

Freudyen Bakış Açısıyla Annelik Anne ve çocuk arasındaki ilişkinin psikolojik boyutları ve bilinçdışındaki uzantıları, bilimsel olarak ilk kez Sigmund Freud tarafından incelenmiş ve on dokuzuncu yüzyılın ciddi eleştirilerine maruz kalmıştır. İki kuram öne atılmıştır. YETİŞKİNLİKTE Yetişkinlik dönemlerinde kadınlarla ilişki kurma bozukluklarına ve hatta eşcinsel tercihlere yol açar. YETİŞKİNLİKTE Yetişkinlik döneminde ya babaya benzeyen biriyle evlenip…

By.

min read

Freudyen Bakış Açısıyla Annelik

Anne ve çocuk arasındaki ilişkinin psikolojik boyutları ve bilinçdışındaki uzantıları, bilimsel olarak ilk kez Sigmund Freud tarafından incelenmiş ve on dokuzuncu yüzyılın ciddi eleştirilerine maruz kalmıştır. İki kuram öne atılmıştır.

  • Oedipus Kompleksi : Oedipus kompleksi öncelikle erkek çocuklarına odaklanan bir kavramdır. Oedipus kompleksi, erkek çocuklarının annelerine karşı duyduğu cinsel çekimi ve babalarına karşı rekabeti içerir. Rekabet, çocuğun babasını rakip olarak görmesine ve babasını eleyip annesiyle cinsel ilişki kurmaya yönelik isteklerini içerir. Bu kompleksin başarıyla atlatılması, çocuğun cinsel kimliğinin ve kişiliğinin sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olduğu düşünülür.
  • İğdiş : TDK Sözlük anlam olarak iğdiş kelimesi “Erkeklik bezleri çıkarılarak veya burularak erkeklik görevi yapamayacak duruma getirilmiş” demektir. Oedipus kompleksi sonrasında erkek çocukların babaları tarafından büründükleri, tehdit altında hissetikleri korkudur. Bu tehdit, babanın çocuğun cinsel organlarını alarak cezalandıracağı anlamına gelir. Çocuk bu noktada bastırma sürecine girer. Bu bastırma süreci, çocuğun cinsel kimliğinin oluşmasına katkıda bulunur.

YETİŞKİNLİKTE Yetişkinlik dönemlerinde kadınlarla ilişki kurma bozukluklarına ve hatta eşcinsel tercihlere yol açar.

  • Elektra Kompleksi : Freud, Kız çocuklarında ise Elektra kompleksi olarak adlandırılan bir süreci öne sürmüştür. Bu süreçte, kız çocukları da babalarına karşı özel bir ilgi gösterir ve anneleriyle rekabet ederler. Kız çocuğunda, iğdiş kompleksinin yol açtığı baba gibi fallus sahibi olma arzusu, zamanla yerini kendisini eksik doğuran anneye düşman olma durumuna ve babasından bir çocuk sahibi olma arzusuna bırakır.

YETİŞKİNLİKTE Yetişkinlik döneminde ya babaya benzeyen biriyle evlenip ona sınırsız itaat etmeyle, ya erkeklere özgü bir yaşam tarzı benimsemeyle ya da oğlan çocuğunda olduğu gibi eşcinsel bir tercih belirlemeyle sonuçlanır.

LACAN

Psikanalizin gelişimini üç ayrı evre ile açıklamıştır

  1. Parçalanmış Beden (Imaginary – Hayali) Evresi: Bu evre, Freud’un otoerotizm dönemine benzetilebilir. Bebeklik dönemini temsil eder; birey henüz kendi bedenini ve çevresini ayırt edemez, bütünlük arayışı içindedir.
  2. Ayna Evresi (Mirror Stage): Yaklaşık 6 ila 18 aylık dönemi kapsar. Çocuk, ilk kez aynada kendi yansımasını görür; bu deneyim, bireyin bedenini bir bütün olarak algılamasına ve kendisini diğerlerinden ayrı bir varlık olarak görmesine yol açar.
  3. Ödipal Evre: Dilin ve kültürel normların etkisinin başladığı dönemi temsil eder; çocuk cinsel kimlik ve toplumsal normlarla başa çıkarken, baba figürü ve dilin düzenleyici rolüyle karşılaşır.
Untitled
  • FALLUS Fallus; bir penis, penisi andıran bir nesne ya da erekte hâlindeki bir penisin mimetik bir görüntüsüdür.
  • LACAN Babanın Yasası Jacques Lacan’ın psikanalitik teorisinde “Babanın yasası” ifadesi, Freud’un öne sürdüğü Oidipus kompleksi kavramının Lacan tarafından ele alınış biçimini ifade eder. Lacan, Oidipus kompleksi üzerinden insanın kişilik gelişimini açıklarken, bu sürecin içinde “Baba” figürünün önemli bir rol oynadığını öne sürer. Babanın yasası, temel olarak aşağıdaki unsurları içerir:
    1. Sembolik Düzen: Lacan, “Sembolik” adını verdiği düzeni, dilin ve toplumsal simgelerin egemen olduğu bir alana atfeder. Bu düzen, kültürün ve toplumun kurallarını içerir.
    2. Oidipus Kompleksi: Lacan, Freud’un Oidipus kompleksi kavramını benimser. Bu kompleks, çocuğun anne ve baba ile ilişkilerini içerir. Çocuk, anneyle özel bir bağ kurma eğilimindedir, ancak bu durumda baba figürü engel olur.
    3. Baba Figürü: Baba, Lacan’ın teorisinde bir semboldür. Oidipus kompleksi sırasında baba, çocuğun annesiyle özel bir ilişki kurmasına engel olarak, çocuğun cinsel kimlik ve toplumsal normlarla uyum sağlamasını sağlar.
    4. Yasa ve Yasaklar: Baba, sembolik düzen içinde çeşitli yasaları temsil eder. Bu yasalar, toplumsal normlar, ahlaki kurallar ve tabuları içerir. Bu yasalara uymak, çocuğun kültürel düzene entegre olmasını sağlar.
    Babanın yasası, çocuğun cinsel gelişim sürecinde önemli bir rol oynar ve bireyi toplumsal normlar ve kurallar içinde şekillendirir. Bu kavram, Lacan’ın psikanalitik teorisinde kültürle birey arasındaki ilişkiyi anlamada kullanılır.
  • KASTRASYON Freud’un psikanalitik teorisinde, kastrasyon kompleksi erkek çocukların cinsel gelişiminde bir aşamayı tanımlar. Bu aşama, çocuğun babasına karşı çekimle annesine karşı çekim arasındaki çatışmayla ilişkilidir. Çocuk, “kastrasyon korkusu” adı verilen bir korku yaşar; bu, babasının cezalandırılma veya cinsel organının zarar görmesiyle ilgili bir endişedir. Freud’a göre, çocuk bu korkuyu aşmak için babasıyla özdeşleşmeye çalışır, yani babasının yerine geçmeyi arzular. Bu süreç, oğlan çocuğunun cinsel kimlik geliştirmesinde rol oynar.
  • LACAN Olmak Sorunu Bu kavram, Lacan’ın “Olmak/Işınlanmak” (être/jouir) ayrımı ile ilişkilidir. Lacan’a göre, “olmak sorunu”, bireyin sosyal ve kültürel bağlamda kendini ifade etme, algılanma ve yerine getirme çabasıdır. Birey, dilin ve sembollerin dünyasında var olma arzusunu deneyimler. Bu, kişinin toplumsal beklentilere uyum sağlama, başkaları tarafından anlaşılma ve onaylanma arzusunu içerir. Freud’un “penis kesilmesi tehdidi” ve “penis kıskançlığı” kavramlarıyla ilişkilendirilen karmaşaları, Lacan daha geniş bir bağlamda ele alır ve bunları simgesel düzlemde “olmak sorunu”na bağlar. Yani, bireyin kendini ifade etme ve toplum içinde var olma arzusu, dilin ve sembollerin karmaşıklığı içinde ortaya çıkan bir zorluktur.
  • OMNİPOTANS “Omnipotens” terimi, psikolojide bireyin, özellikle çocukların, kendilerini sınırsız güce sahip, her şeyi kontrol eden varlıklar olarak algılama eğilimini ifade eder. Psikanalizde, bu “omnipotans arzusu” olarak da adlandırılır ve bireyin çevresini kontrol etme arzusunu temsil eder. Terapi süreçlerinde, bu düşünce kalıplarıyla başa çıkma ve daha gerçekçi bir benlik algısı geliştirme konularında çalışılabilir.

Lacan, Ayna evresindeki çocuğun temel isteğini, annenin eksik olan şeyi tamamlama arzusu olarak tanımlar. Klasik Freud kadın kastrasyon denklemindeki annenin isteği bilinçdışı etkilerle bebeğin arzusunu belirler düşüncesinin yanı sıra, Lacan daha geniş bir bakış açısıyla ele alır. Ona göre, çocuğun temel arzusu sadece annesi için her şey olma arzusunu değil, aynı zamanda omnipotens arzusunu da içerir. Çocuk annesi için her şey olmak ister, onunla bir olmak tam ve yeterli olmak ister, duyulan, anlaşılan, görünen ve onaylanan olarak kalmak ister. Freud’un kabaca ‘’erkekte penis kesilmesi tehdidi ‘’ ve kadında ise ‘’penis kıskançlığı ‘’Olarak ele aldığı bu karmaşalar, Lacan’da daha derine inerek dil ile devreye girmekte olan simgesel bir ‘’ olmak’’ sorununa bağlanmaktadır.

Jacques Lacan‘a göre, iğdiş kompleksi, annenin çocuğunu kendi eksikliğinden dolayı kendi fallusu gibi görmesiyle ortaya çıkar. Ancak kültürel normlar ve babanın yasası, çocuğun bu mutluluğunu engeller ve onu kültürel normlara uydurur. Bu süreçte çocuk, anneden koparılarak kültürel normlara uymak adına “iğdiş edilir” ve eksiklik duygusuyla yüzleşir. Anne karnındaki mutluluğun kültürle çatışması, kültürün çocuğun bu mutlak hazzını engellemesi gereken bir ölüm tehdidi olarak algılanmasına yol açar. Sembolik ensest yasağı, çocuğun annesiyle doğrudan birlikteliğini yasaklar ve çocuğun kültürel bir özne olabilmesi için doğrudan hazza karşı bir direnç geliştirmesini gerektirir.

Erich Fromm

Erich Fromm’un Bakış Açısıyla Oedipus Kompleksi

Diğer bir psikanaliz uzmanı olan Erich Fromm, Kral Oedipus trajedisini değerlendirirken Oedipus’un, Freud’un bahsettiği gibi annesine beslediği ensest arzuları ifade etmekten çok, oğlan çocuğunun, ataerkil toplum yapısındaki hâkim unsur olan mutlakiyetçi baba otoritesine başkaldırısını ifade etmiştir.

Oedipusun babayı ortadan kaldırıp anneyle evlenmesi, oedipusun anneye karşı hoşlantı ve arzu yerine babaya karşı üstünlük kurma çabası olduğu görülmektedir.

Fromm, iğdiş kompleksindeki kadınlardaki fallus kıskançlığı varsayımını farklı yorumlar. Erkekler, egemenliklerinden önce kadınların yaratma (doğurganlık) güçlerini kıskanır ve çocuk annesini yenmek için güç ve egemenlik ile üstünlük elde etmeye çalışır.

Fromm, Bachofen’ın mitleri üzerine yaptığı yorumlar aracılığıyla, insanlığın anaerkil bir yapıdan ataerkil bir yapıya evrildiğini öne sürer. Soy ve kan bağlarının eski zamanlarda anneden geldiğini, toprak ana motifi etrafında tüm insanlığın eşit olduğu bir dönemden sonra ataerkil düzenin ortaya çıktığını ve bunun sonucunda insanlar arasında ve toplumlar arasında hiyerarşik düzenlerin ve güç temelli egemenlik anlayışlarının oluştuğunu ifade eder.

Anne Sevgisi

Anne sevgisinde amaç, çocuğun yaşamının sürdürülmesi ve gereksinmelerinin koşula bağlı olmadan karşılanmasıdır. Ama burada bu tanıma bir şey daha eklemek gerekiyor. Çocuğun yaşamasını sağlamak iki yönde olur, bunlardan birincisi, çocuğun yaşamı ve büyümesi için gerekli olan bakım ve sorumluluktur. İkincisiyse korumadan çok daha ötelere gider. Bu, çocuğa yaşam sevgisi aşılayacak, ona “yaşamak güzel”, “küçük bir çocuk olmak ne iyi” dedirtecek bir tutumdur (Sevme Sanatı 1995)

Fromm, anne sevgisinin, sevgi verilen nesneler arasında eşit olmayan bir sevgi olduğu için (yani örneğin cinsel sevgide bir denge, karşılık varken annelikte tek taraflı bir sevme hakim) en yüce ve kutsal sevgi olduğunu belirtir. Anne sevgisinin başarıya ulaşması, çocuk bebekken değil, büyürken gerçekleşmesi ile olur. Anneler, çocuk kendilerine bağlıyken çok şefkatlidirler. Bebek onları mutlu kılar ve karşılık beklemezler. Bebek büyüyüp bağımsızlaştıkça annedeki narsist duygular öne çıkar ve bu ayrılık onları rahatsız ettiğini söyler.

Kendini Aşma

İnsan dünyaya rastgele atılmışlık hissini yenmek ve varoluşuna bir anlam katmak için yaratma çabasına girdiğini söyler Fromm. Bu ise kendini aşma yani varoluşunun ötesine geçip yepyeni bir şey ortaya koyma durumudur. Anne, kendinden bir evlat dünyaya getirerek hayata bir varlık bırakmanın mutluluğunu ve tatminliğini yaşar

Cinsel sevgide iki ayrı kişi birleşirken anne sevgisindeyse bir olan iki kişi ayrılma yolundadır. Anne bir olmakla kendini aşma çabasındayken çocuk anneden bağımsızlaşarak kendini aşma çabasına girmelidir. Burada da sağlıklı olan, annenin çocuğunu kendisinden ayırabilmesi olacaktır.

CARL JUNG

Carl Jung, analitik psikoloji alanında önemli bir figürdür ve arketip kavramını geliştirmiştir. Carl Jung’un analitik psikolojisi, kolektif bilinçaltı ve arketip kavramlarına dayanır. Jung, arketipleri, kültürler ve tarih boyunca ortak olarak paylaşılan semboller olarak tanımlar. Archetypal (Arketip) semboller, bireyin kişisel deneyimlerinin ötesinde evrensel olarak anlamlı olan, geniş bir kültürel ve tarihsel bağlamda ortaya çıkan sembollerdir.

Bu kolektif bilinçaltı, nesiller boyu insanların ortak deneyimlerini içerir ve bu deneyimlerin sembollerle ifade edilmesine yol açar. Jung, bu sembollerin, mitolojiler, efsaneler, rüyalar ve diğer kültürel ifadeler aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarıldığını savunur.

ANNE ARKETİPİ

Anne arketipinin özellikleri “annelik” ile ilgilidir: dişinin sihirli otoritesi; aklın çok ötesinde bir bilgelik ve ruhsal yücelik; iyi olan, bakıp büyüten, taşıyan, büyüme, bereket ve besin sağlayan; sihirli dönüşüm ve yeniden doğuş yeri; yararlı içgüdü ya da itki; gizli, saklı, karanlık olan, uçurum, ölüler dünyası, yutan, baştan çıkaran ve zehirleyen, korku uyandıran ve kaçınılmaz olan.

Jung, bu sembolik betimlemelerini temelde tarihi metinlerden, efsanelerden ve dini motiflerden almıştır. Jung, anne figürünün çocuk üzerindeki etkisi hakkında yorum yapan kişilikçi psikolojinin kişisel anne yorumuna karşı çıkar. Kişilikçi psikoloji tamamen insanın öznel deneyimini ön plana alır. Annenin sadece kendiliği ve mevcut davranışları çocuğu etkiler der. Oysa ona göre çocuğun kolektif zihindeki anne figürü, çocuğun anne arasındaki etkileşimi etkilediğini belirtir. Annenin etkilerini analiz ederken, gerçekten sahip olduğu karakter özelliklerinden kaynaklananlar ile çocuğun annede yarattığı fantastik özelliklerden kaynaklananları ayırmaya çalışıyor.

Jung, çocukların anneleriyle ilişkilendirdikleri fantezileri inceleyerek, mitolojik kökenli olabilecekleri kadar, bilinçdışı koşullanmalardan veya masallardan, duyulmuş sözlerden kaynaklanabileceğini ifade ediyor.

Anne Kompleksi

Anne kompleksi, anne arketipinin temelini oluşturan bir komplekstir. Jung deneyimleri, özellikle çocuk nevrozları veya erken çocukluk dönemine kadar uzanan nevrozlarda, rahatsızlığın oluşumunda annenin daima aktif bir rol oynadığını göstermiştir.

Erkek ve kız çocuklarında, anne kompleksi farklı şekillerde oluşur. Bu kompleksin temelinde, bebeklerin ilk ilişki deneyimleri sırasında anneleriyle kurdukları ilişkide, çocuğun kendi cinsiyeti ile annenin cinsiyeti arasındaki benzerlik veya farklılıkların fark edilmesi yer alır. Bu noktada erkeklerde kızlara göre daha ciddi fark edişler gerçekleşir. Bu dönemin düzgün atlatılmaması gelecekte tipik etkileri eşcinsellik, Don Juanizm, bazende iktidarsızlıktır.

Müstakbel erkeğin karşılaştığı ilk dişi yaratık annedir ve anne, açıkça ya da gizlice, kabaca ya da nazikçe, bilinçli ya da bilinçsiz, oğulun erkekliğini ima etmeden duramaz; oğul da annenin dişiliğinin giderek farkına varır ya da en azından bilinçsizce, içgüdüsel olarak buna yanıt verir (4 arketip, Jung 2001)

Yalnızca kızdaki anne kompleksi saftır ve karmaşık değildir.

Jung, yetişkinlik ile gelen bilincin aydınlanması ve bireyselleşme sürecini evrensel kahraman mitlerinde tekrarlanan bir motif olan canavar/ejderha ile savaşı, gençlik beninin anneden kurtuluşu olarak yorumlar (Stevens, 1999, s. 27) kahraman, ana babasından ve evinden ayrılarak, ülkesini ya da halkını tehdit eden canavarı/ejderhayı öldürmek üzere uzun bir yolculuğa çıkar.

Doğumundan itibaren anne ve toplum tarafından alınan kolektif bilinçdışı deneyimler kişinin kişisel parçalanmış bağımlı deneyimleri etkiler. Kişisel bütünleşmesini sağlayabilmek için bireyleşme yolculuğuna çıkacak olan kişinin, önce annesinden ya da onun yerini tutan anne figüründen kopup bağımsızlığını kazanması gerekir; ancak hemen hemen bütün medeniyetlerde yaşamın son durağının, insanın ilk başlangıç yeri olan “toprak ana” olması, annelik olgusunun ne kadar geniş kapsamlı ve güçlü bir yapıya sahip olduğunu gösteren hayli düşündürücü bir detaydır

Kaynakça

  • (2003). Dört Arketip, çev. Zehra A. Yılmazer, Metis Yayınları, İstanbul.
  • Tura, S. M. (2005). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, Kanat Kitap, İstanbul.
  • Freud, S. (1995). Sanat ve Sanatçılar Üzerine, çev. Kâmuran Şipal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
  • Fromm, E. (1997). Rüyalar Masallar Mitoslar, çev. Aydın Arıtan, Kaan Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul
  • Fromm, E. (1995) Sevme Sanatı, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınevi, İstanbul

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir