Zeynep Feyza Keçeci
Hayatımızın neredeyse üçte birini uykuda geçiriyoruz. Bu da ortalama yetmiş beş yıllık bir yaşamın yirmi beş yılını uyuyarak geçirdiğimiz anlamına geliyor. Peki, bu geçirdiğimiz uzun zaman dilimi hakkında neler biliyoruz? Bedenimizin dinlendiğini ve hareket etmediğini hepimiz biliyoruz ama peki ya beynimiz? O da uyuyor mu? Yapılan birçok bilimsel çalışma, beynimizin uyku sırasında bile aktif olduğunu, bazı fonksiyonlarını devam ettirdiğini gösteriyor. Beynin uykuda aktif olduğunu gösteren en net işaret de aslında hepimizin bildiği ve deneyimlediği rüyalar. Rüyalar, bilinçaltımızın bir yansıması olarak duygularımızı, düşüncelerimizi ve hatta içsel çatışmalarımızı ifade ediyor. Özellikle uyku döngüsünün REM yani Rapid Eye Movement (Hızlı Göz Hareketi) evresinde rüyalar en yoğun şekilde ortaya çıkıyor. Bu süreçte beyin, gün içinde yaşadığımız duygusal deneyimleri işleyerek düzenliyor.
Rüyalarımızda genellikle gündelik hayatta deneyimlediğimiz şekilleri, nesneleri ve sahneleri görürüz. Beynimiz kendiliğinden tıpkı gerçek hayattaki gibi çoğunlukla rüya olduğunu anlamadığımız deneyimlerin içine sokar bizi. Bazen de rüyalar o kadar absürt olur ki rüyada anlarız onun gerçek olmadığını. Bu ilginç deneyimleri daha iyi anlayabilmek için araştırmacılar uzun zamandır rüyalar üzerine çalışmalar yapıyor. Bilim insanları, rüya görmenin beynimizin uyanık ve uyku halleri arasında bazı ortak sinirsel temellere dayandığını düşünüyor. Birçok araştırma da, bu iki durum arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları inceleyerek beynin hangi bölgelerinin nasıl aktif olduğunu anlamaya çalışıyor.
Peki, biz bilinçaltımızın bize sunduğu bu rüyaları ne kadar hatırlıyoruz? Çoğumuz “Keşke kaydedebilseydim” veya “Çok komik bir rüya gördüm, keşke başkalarına anlatabilseydim” dediğimiz anlar yaşamışızdır. Bilim insanları da tam olarak bu noktaya odaklanmış durumda; rüya içeriklerini görüntülemek ve bu deneyimleri paylaşmak üzerine çalışıyorlar. Bu çalışmalar ilerledikçe bilinçaltımızı daha derinlemesine anlama ve rüyalarımızda deneyimlediklerimizi başkalarına aktarma olasılığımız da oluşuyor.
Japonya’daki Kyoto Üniversitesi ve İleri Telekomünikasyon Araştırma Enstitüsü’ndeki bir araştırma, rüyaların görselleştirilmesi konusunda en önemli adımlardan birini attı. Tomoyasu Horikawa ve Yukiyasu Kamitani’nin önderliğinde olan bu çalışmada, bilim insanları rüya sırasında beyin aktivitelerini incelemek için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) ve derin sinir ağları (DNN) teknolojilerini kullandı. Öncelikle katılımcılara uyanıkken çeşitli görseller gösterip beyin aktivitelerini kaydettiler. Sonra bu verileri beynin görsel nesnelerle nasıl bir ilişki kurduğunu öğrenmek amacıyla bir “decoder” (çözücü) modelini eğitmek için kullandılar.
Deney Nasıl Yapıldı?
İlk adımda, araştırmacılar katılımcılardan uykuya dalma aşamasında (hipnagogik dönemde) gördükleri görsel nesneleri ve sahneleri sözlü olarak anlatmalarını istedi. Bu anlatımlar sayesinde belirli görsellerin tanımlandığı kelimeler belirlendi. Daha sonra, bu kelimeler benzerliklerine göre gruplara ayrıldı (mesela; ev, otel, hastane gibi kelimeler ‘yapı’ başlığı altında toplandı). Bu süreç boyunca katılımcılardan fMRI verileri toplandı. Her bir görselin beyinde oluşturduğu aktivasyon desenleri decoder (çözücü) modele kodlandı. Sonrasında, katılımcılar uykuya daldığı zaman beyin aktiviteleri tekrar fMRI ile ölçüldü. Katılımcılara uyandıklarında rüyalarında ne gördükleri soruldu ve bu bilgiler kaydedilen beyin aktiviteleriyle eşleştirildi. Önceden fMRI verileri kodlanmış olan model, rüyada görülen nesnelerin beynin farklı bölgelerinde nasıl temsil edildiğini bulmaya çalıştı.
Araştırma sonucunda, geliştirilen model beyin taramalarını dikkatlice analiz ederek rüya içeriğini yüzde 60 oranında tahmin etmede başarılı oldu. Bu oran belirli görsel nesnelerde yüzde yetmişe kadar çıkabildi. Yani rüyada görülen nesnelerin beyin aktiviteleri üzerinden “tahmin edilmesi” mümkün hale geldi. Rüya alanında çığır açan bu teknoloji, yine de tam anlamıyla bir rüya görüntüsü oluşturmakta başarılı olamadı; henüz sadece nesne türlerini ayırt etmeyi başarabildi.
Rüya Teknolojisi Alanındaki Başka Bir Çalışma: Dormio
Rüyaların Görüntülenmesi Mümkün mü?
Hayatımızın neredeyse üçte birini uykuda geçiriyoruz. Bu da ortalama yetmiş beş yıllık bir yaşamın yirmi beş yılını uyuyarak geçirdiğimiz anlamına geliyor. Peki, bu geçirdiğimiz uzun zaman dilimi hakkında neler biliyoruz? Bedenimizin dinlendiğini ve hareket etmediğini hepimiz biliyoruz ama peki ya beynimiz? O da uyuyor mu? Yapılan birçok bilimsel çalışma, beynimizin uyku sırasında bile aktif olduğunu, bazı fonksiyonlarını devam ettirdiğini gösteriyor. Beynin uykuda aktif olduğunu gösteren en net işaret de aslında hepimizin bildiği ve deneyimlediği rüyalar. Rüyalar, bilinçaltımızın bir yansıması olarak duygularımızı, düşüncelerimizi ve hatta içsel çatışmalarımızı ifade ediyor. Özellikle uyku döngüsünün REM yani Rapid Eye Movement (Hızlı Göz Hareketi) evresinde rüyalar en yoğun şekilde ortaya çıkıyor. Bu süreçte beyin, gün içinde yaşadığımız duygusal deneyimleri işleyerek düzenliyor.
Rüyalarımızda genellikle gündelik hayatta deneyimlediğimiz şekilleri, nesneleri ve sahneleri görürüz. Beynimiz kendiliğinden tıpkı gerçek hayattaki gibi çoğunlukla rüya olduğunu anlamadığımız deneyimlerin içine sokar bizi. Bazen de rüyalar o kadar absürt olur ki rüyada anlarız onun gerçek olmadığını. Bu ilginç deneyimleri daha iyi anlayabilmek için araştırmacılar uzun zamandır rüyalar üzerine çalışmalar yapıyor. Bilim insanları, rüya görmenin beynimizin uyanık ve uyku halleri arasında bazı ortak sinirsel temellere dayandığını düşünüyor. Birçok araştırma da, bu iki durum arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları inceleyerek beynin hangi bölgelerinin nasıl aktif olduğunu anlamaya çalışıyor.
Peki, biz bilinçaltımızın bize sunduğu bu rüyaları ne kadar hatırlıyoruz? Çoğumuz “Keşke kaydedebilseydim” veya “Çok komik bir rüya gördüm, keşke başkalarına anlatabilseydim” dediğimiz anlar yaşamışızdır. Bilim insanları da tam olarak bu noktaya odaklanmış durumda; rüya içeriklerini görüntülemek ve bu deneyimleri paylaşmak üzerine çalışıyorlar. Bu çalışmalar ilerledikçe bilinçaltımızı daha derinlemesine anlama ve rüyalarımızda deneyimlediklerimizi başkalarına aktarma olasılığımız da oluşuyor.
Japonya’daki Kyoto Üniversitesi ve İleri Telekomünikasyon Araştırma Enstitüsü’ndeki bir araştırma, rüyaların görselleştirilmesi konusunda en önemli adımlardan birini attı. Tomoyasu Horikawa ve Yukiyasu Kamitani’nin önderliğinde olan bu çalışmada, bilim insanları rüya sırasında beyin aktivitelerini incelemek için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) ve derin sinir ağları (DNN) teknolojilerini kullandı. Öncelikle katılımcılara uyanıkken çeşitli görseller gösterip beyin aktivitelerini kaydettiler. Sonra bu verileri beynin görsel nesnelerle nasıl bir ilişki kurduğunu öğrenmek amacıyla bir “decoder” (çözücü) modelini eğitmek için kullandılar.
Deney Nasıl Yapıldı?
İlk adımda, araştırmacılar katılımcılardan uykuya dalma aşamasında (hipnagogik dönemde) gördükleri görsel nesneleri ve sahneleri sözlü olarak anlatmalarını istedi. Bu anlatımlar sayesinde belirli görsellerin tanımlandığı kelimeler belirlendi. Daha sonra, bu kelimeler benzerliklerine göre gruplara ayrıldı (mesela; ev, otel, hastane gibi kelimeler ‘yapı’ başlığı altında toplandı). Bu süreç boyunca katılımcılardan fMRI verileri toplandı. Her bir görselin beyinde oluşturduğu aktivasyon desenleri decoder (çözücü) modele kodlandı. Sonrasında, katılımcılar uykuya daldığı zaman beyin aktiviteleri tekrar fMRI ile ölçüldü. Katılımcılara uyandıklarında rüyalarında ne gördükleri soruldu ve bu bilgiler kaydedilen beyin aktiviteleriyle eşleştirildi. Önceden fMRI verileri kodlanmış olan model, rüyada görülen nesnelerin beynin farklı bölgelerinde nasıl temsil edildiğini bulmaya çalıştı.
Araştırma sonucunda, geliştirilen model beyin taramalarını dikkatlice analiz ederek rüya içeriğini yüzde 60 oranında tahmin etmede başarılı oldu. Bu oran belirli görsel nesnelerde yüzde yetmişe kadar çıkabildi. Yani rüyada görülen nesnelerin beyin aktiviteleri üzerinden “tahmin edilmesi” mümkün hale geldi. Rüya alanında çığır açan bu teknoloji, yine de tam anlamıyla bir rüya görüntüsü oluşturmakta başarılı olamadı; henüz sadece nesne türlerini ayırt etmeyi başarabildi.
Rüya Teknolojisi Alanındaki Başka Bir Çalışma: Dormio
Rüyalarla ilgili bir başka dikkat çekici çalışma, özellikle rüyaların ortaya çıktığı hipnagogia evresine odaklandı. Hipnagogia evresi, uyku ile uyanıklık arasındaki geçiş dönemidir ve zihnin yavaş yavaş bilinçaltına yöneldiği aşama olarak görülür. MIT’deki (Massachusetts Institute of Technology) araştırmacılar, bu evreyi incelemek amacıyla Dormio adını verdikleri, eldiven benzeri giyilebilir bir cihaz geliştirdi. Dormio, kullanıcıların hangi uyku aşamasında olduğunu algılayabilen çeşitli sensörlerle donatılarak üretildi. Bu sensörler aracılığıyla kullan kişi hipnagogik evreye geçtiğinde, eldiven hafif bir uyarı gönderiyor ve bu uyarı, kişinin rüya halinin daha iyi takip edilmesini sağlıyor. Dormio bu uyarılar aracılığıyla uykunun belirli aşamalarında kullanıcıyı uyandırarak rüya içeriğinin hatırlanmasını kolaylaştırıyor, aynı zamanda önceden kaydedilmiş bazı temaları seslendirerek rüyaların içeriğini de manipüle edebiliyor.
Dormio, rüya bilimi ve teknoloji alanında önemli bir gelişme. Rüyaların daha derinlemesine anlaşılmasını sağlarken, aynı zamanda bilinçaltını kontrol etme ve bellek performansını artırma konusunda da büyük bir potansiyel taşıyor.
Rüyaların görüntülenmesi, bilinçaltımızdaki düşünceleri ve duyguları anlamamıza ve aktarmamıza yardımcı olacağı için psikolojik açıdan bizim için çok önemli. Her ne kadar şu anda rüyaların bizim deneyimlediğimiz şekilde görüntülenmesi mümkün olmasa da, bu alandaki çalışmalar ümit vadediyor. Araştırmacılar elde edilen görüntülerin iyileştirilmesi ve yeni verilerin oluşturulması için uğraşıyor. Belki de ileride torunlarımız için rüyalar gizemli değil her an ellerinin altında izleyebilecekleri videolar haline gelir.
Kaynakça
https://in.mashable.com/science/16056/mit-researchers-develop-a-way-to-record-and-even-alter-dreams
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/23558170/
http://journal.frontiersin.org/article/10.3389/fncom.2017.00004/full
https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1053810020300416?via%3Dihub
Bir yanıt yazın