,

Ölüm Düşüncesi Bizi Nasıl Etkiler ? / Ölüm Anksiyetesi

Emre Çay Kendi ölümümüz veya bir yakınımızı kaybetme düşüncesi birçoğumuz için doğal olarak rahatsızlık vericidir; ancak bu düşünceler, hayatımızı verimli bir şekilde yaşamayı engelleyecek şiddette gündemimizde ise ölüm anksiyetesine sahip olmamız söz konusu olabilir. Bütün dünyevi eylemlerimizin, amaçlarımızın, hedeflerimizin temel koşulu olan yaşamın son bulması anlamına gelen ölümü; telafisi mümkün maddi veya sosyal kaygılar kadar…

By.

min read

Emre Çay

Kendi ölümümüz veya bir yakınımızı kaybetme düşüncesi birçoğumuz için doğal olarak rahatsızlık vericidir; ancak bu düşünceler, hayatımızı verimli bir şekilde yaşamayı engelleyecek şiddette gündemimizde ise ölüm anksiyetesine sahip olmamız söz konusu olabilir. Bütün dünyevi eylemlerimizin, amaçlarımızın, hedeflerimizin temel koşulu olan yaşamın son bulması anlamına gelen ölümü; telafisi mümkün maddi veya sosyal kaygılar kadar düşünmüyor görünebiliriz fakat Irvin Yalom bize bunun bir yanılsama olduğunu söyleyecektir. Nitekim, Yalom’a göre bütün anksiyetelerin temel kaynağı zaten ölüm anksiyetesidir fakat tahmin edebileceğiniz üzere bu kaygı, kendini çoğu zaman doğrudan göstermez ve sık sık farklı maskelerle karşımıza çıkar. Örneğin, bir erkek hastada kadın fobisi olabilir ya da belirli toplumsal ortamlarda erkeklerle rekabet halinde olmaktan korkabilir çünkü Yalom’un deyimiyle temel anksiyete, her zaman birey için daha az zararlı bir şeye dönüştürülür (Yalom, 1980, p.78). Ölüm anksiyetesi, kaygı bozuklukları (sağlık kaygısı veya obsesif-kompulsif bozukluk gibi), depresyon ve yeme bozuklukları gibi diğer sorunlarla da kendini gizleyebilir.

Peki insanlığın üzerinde bu denli etkili olan ölüm anksiyetesinin temel sebepleri nelerdir? Başta; kendi varoluşunu sürdürme önceliğiyle gelişen insan evrimi olmak üzere, yaşadığımız travmalar (R.Skoog, obsesyon nevrozu görülen hastaların %70’inden fazlasının, hastalıklarının başlangıcında, güvenliği-bozucu ölüm deneyimi yaşadıklarını belirtmektedir.)(Meyer, 1975, p.47), dini inançlar (Araştırmalar, çok dindar veya dinsiz insanların ölüm konusunda daha az kaygılı hissetme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Ancak, hafif dindar veya inançlarından emin olmayan insanlar ölüm korkusunu daha fazla yaşama eğilimindedir.), kültür veya genetik faktörler gibi nedenler ölüm anksiyetesini tetikleyebilir veya güçlendirebilir.

Unutulmaması gereken bir nokta; ölüm düşüncesinin sağlıklı bir şekilde insanın gündeminde bulunmasının, yaşamını olumlu yönde etkileyebileceğidir. Yalom, ‘’Ölümün fizikselliği insanı tahrip etse de, ölüm fikri onu korur’’ (Yalom, 1980, p.53) sözüyle, ölümün, bireyin yaşamına anlam katma ve mevcut anı daha kıymetli kılma noktasında bir katalizör görevi görebileceğini vurgular. Nitekim; kanser hastalığı nedeniyle ölümle yüzleşmek zorunda kalan hastalarının, kanserin ardından hayatlarını çok daha anlamlı ve değerli bulmaları bunun yerinde bir örneğidir.

Özetle, F.Rochefoucauld’un yüzyıllar önce “Güneşin ya da ölümün yüzüne doğrudan bakamazsınız.” sözüyle vurguladığı gibi, ölüm yüzleşmesi zor bir hakikattir. Bu kabullenmesi zor hakikatin yarattığı endişe kaçınılmazdır ancak anksiyete şiddetinde yaşanması hayatımızın temel işlevlerine zarar verebilir ve başka patolojilere evrilebilir. Neyse ki, günümüzde daha çok varoluşçu psikoterapistlerin ve BDT uygulayıcılarının ilgilendiği bir bozukluk olan ölüm anksiyetesi, terapistler eşliğinde büyük oranda başarıyla atlatılabilmektedir.

Kaynakça:

Yalom, I. D. (1980). Existential psychotherapy. Basic Books.

Meyer, J. E. (1975). Death and neurosis. International Universities Press.

Jong, J., Ross, R., Philip, T., Chang, S. H., Simons, N., & Halberstadt, J. (2018). The religious correlates of death anxiety: A systematic review and meta-analysis. Religion, Brain, and Behavior, 8, 4-20. DOI: 10.1080/2153599X.2016.1238844.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir