Hüseyin Emre Çay
Kırık camlar teorisi, birçoğumuzun meşhur hapishane deneyi ile tanıdığı ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir çalışmadan yola çıkılarak ilk olarak 1982 yılında James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından ortaya atılmıştır. Wilson ve Kelling yaptıkları çalışmanın sonucunda ,bir araba camının kırılması veya bir duvara izinsiz şekilde grafiti yapmak gibi ufak suçların zamanında müdahale edilmemesi durumunda ileride işlenecek daha büyük suçlara meşruiyet zemini sağlayacağını keşfetmiştir.
Diğer bir deyişle, bu çalışma ve çalışmanın nihayetinde kriminoloji literatüründe kendine yer bulan ‘Kırık Camlar Teorisi’ insanların toplumsal düzeni bozan eylemlere ve müdahale edilmeyen fiziksel düzensizliğe maruz kalmasının zamanla onları suça daha meyilli hale getirdiğini ve işleyecekleri suçlar için kendilerini mazur görme olasılıklarını arttırdığını iddia eder. (Wilson & Kelling, 1982)
Bu teoriyi sosyal ilişkiler bağlamında ele aldığımızda, benzer bir mekanizmanın işlediğini gözlemleyebiliriz: Küçük sınır ihlalleri görmezden gelindiğinde, bu durum daha büyük saygısızlıkların ve duygusal zararların önünü açar. Örneğin, sürekli geç cevap verme, alaycı yorumlar veya küçük saygısızlıkların tolere edilmesi, bu davranışların normalleşmesine ve ilişkilerdeki saygı sınırlarının bulanıklaşmasına yol açabilir.
Hepimiz hayatımızın bir noktasında başkaları tarafından kırılma, aşağılanma, hakarete uğrama deneyimleri yaşıyoruz. Bunların bazıları şaka amacıyla bazıları ise gerçekten bizi kırma amacıyla; bazıları bizi tanıyan ve yakınımız olan insanlar tarafından bazıları ise yabancı olduğumuz insanlar tarafından yapılıyor. Gerçek olan şu ki; bu gibi durumlarda gerekli tepkiyi göstermemek, alttan almak veya destekleyici şekilde olumlu tepki vermek karşı tarafı daha da cesaretlendirebiliyor ve yaptığı davranışı kendisinin ve diğer insanların (belki bizim bile) gözünde meşru hale getirebiliyor. (P. Zimbardo, 2007)
Olay özelinde rahatsız olmayabilir, kendimizce belirlediğimiz çizgilerin henüz aşılmadığını düşünüyor olabiliriz ancak artık toplumun gözünde kırık camlara sahibizdir. Sahip olduğumuz ve kırılmasına göz yumduğumuz ufak camlar, kırılmasını asla istemeyeceğimiz camlarımıza gelecek taşların habercisi olabilir. Bu noktaya gelindiğinde taşlara engel olmak asla baştaki kadar kolay olmayacaktır çünkü harabe bir binaya atılacak taşı kimse yadırgamaz. Aksine; karşı yönde bir talep herkes tarafından tuhaf karşılanacaktır çünkü o ana kadar toplumun gözünde sınırlarını çizmemiş insanın, olağandışı bir tutum sergilediği düşünülecektir. Bunun da ötesinde, toplumun gözünde, sınırları olmayan insan, kendisine nasıl davranılacağını tamamen toplumun takdirine bırakmış; dolayısıyla hür iradesini de topluma kabul ettirememiştir. En nihayetinde, iradesiz bu insanın sözleri (belki de bütünüyle varlığı) kulak asılmayacak ve ciddiye alınmayacak hale gelmiştir. Bu durum, insanın başta kendisine atılan taşlara müdahale etmemesi neticesinde zamanla bu müdahale gücünü de yitirmesi ve en sonunda atılan taşlar nedeniyle yıkık bir harabeye dönüşmesidir.
İlk bakışta masum görünen ve samimiyet adı altında taviz verilen sınır aşımları gerektiğinde müdahale edilmezse zamanla bireyin sosyal ortamlardan kaçınmasına yani kendi iradesiyle var olamadığı toplumdansa güvenli yalnızlığını tercih etmesine neden olabilir. (Kavaklı, 2019) Sağlıklı ve sürdürülebilir sosyal ilişkiler kurmak konusunda, ihmal etmememiz gereken en önemli şey bizzat kendi varlığımızdır. Kendi sınırlarımıza duyduğumuz saygı insanların da bizi bu şekilde kabul etmesine yol açacak, etmemeleri durumunda ise sağlıksız bir ilişki başından engellenmiş olacaktır.
Bu bağlamda sınırlarımızı korumak için alınabilecek önlemleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Kişisel Farkındalığı Arttırmak: Sınırlarımızla ilgili kişisel farkındalığımızı arttırmak ,hem duygusal sağlığımızı korumak hem de daha sağlıklı ilişkiler kurmak için önemlidir. Nitekim, kendi farkında olmadığımız sınırları başkalarının fark etmesini ve saygı göstermesini bekleyemeyiz. Günlük hayatta karşılaştığımız durumlara verdiğimiz tepkileri gözlemleyip, geçmişte yaşadığımız benzer deneyimlerle karşılaştırabiliriz. Bu süreçte duyguların açıkça ifade edilmesi, samimi tepkilerin ortaya çıkmasını kolaylaştıracak, dolayısıyla tepkilerimizi gözlemlemek için daha elverişli bir ortam yaratacaktır.
Sınırları Açık ve Net Bir Şekilde İletmek: Belirlediğimiz sınırların etkileşimde bulunduğumuz insanlar tarafından fark edilmesi için bazen olağan davranışlarımız yeterli olmayabilir. Bu durumda doğrudan ve net bir iletişim yoluyla sınırlarımız ihlal edildiğini beyan etmemiz gerekebilir. Bu süreçte saygı talep ettiğimiz konularda tutarlı davranmamız büyük önem taşımaktadır, zira davranış ve talebin tutarlı olmadığı durumlarda güvenli bir iletişim kurmamız imkansızlaşır (Rotter, 1980). Unutulmaması gereken nokta, bize huzursuzluk veya rahatsızlık veren durumları insanlarla paylaşmadığımız sürece onlardan bunu anlamalarını beklemenin faydasız ve anlamsız olduğudur. Nitekim herkesin sınırları birbiriyle uyuşmayacak ve farklılık gösterecektir (Naegele & Goffman, 1956).
Gerekli Durumlarda “Hayır” Diyebilmek: Sosyal ilişkilerdeki dinamikleri sağlıklı bir şekilde yürütmenin en önemli yollarından biri de tarafların gerektiğinde birbirlerine hayır diyebileceğinin farkında olmasıdır. Tarafların birbirlerinin özgür iradesini tanıyıp, kararlarına saygı duyduğu ortamlarda ortaya çıkan “Hayır” diyebilme becerisi, yalnızca kişisel sınırları korumakla kalmaz, aynı zamanda duygusal refahı artırır ve karşılıklı saygıyı pekiştirir. (Pennebaker, 1997)
Başkalarının Sınırlarına Saygı Göstermek: Başkalarının sınırlarına saygı göstermek, bireylerin birbirlerini anlaması ve duygusal ihtiyaçlarına duyarlı olmalarını gerektirir. Sosyal ilişkilerde başkalarının duygusal sınırlarına saygı göstermek, güven ve yakınlık oluşturan bir etkendir. Sosyal bağlarda, sınırların ihlali, ilişkilerde güvensizlik yaratabilir ve uzun vadede duygusal tükenmeye yol açabilir. Bu bağlamda, başkalarının sınırlarını tanımak ve onlara saygı göstermek, ilişkiyi sürdürülebilir kılar (Gergen, 2009).
Sonuç olarak, kayda değer görülmeyen asayiş bozukluklarının öngörülemeyecek daha büyük sıkıntılara yol açacağını iddia eden kırık camlar teorisi insan ilişkilerine uyarlandığında; günlük hayatta önemini sık sık unuttuğumuz sınır ihlallerinin sağlıklı ilişkiler kurma konusunda önemli bir engel olduğunu görmekteyiz. Sınır ihlalleri çoğu zaman kümülatif bir şekilde ilerlemekte, sınırlarımızdan verdiğimiz tavizler çığ etkisiyle önlenmesi güç bir şekilde büyümektedir. Bu duruma engel olmanın yolu ise; başta sınırlar hakkında kişisel farkındalığa sahip olmak, daha sonra belirlediğimiz sınırları tutarlı davranışlarla korumak, gerekli durumlarda hayır diyebilme becerisine sahip olmak ve başkalarının da bizim gibi, ancak bizden farklı, sınırlara sahip olduğunu unutmayıp bu doğrultuda etkileşim kurmaktan geçmektedir.
Hüseyin Emre Çay
Kaynakça:
Wilson, James Q.; Kelling, George L. (March 1982). The Atlantic. https://www.theatlantic.com/magazine/archive/1982/03/broken-windows/304465/
Zimbardo, P. (2007). The Lucifer effect. https://en.wikipedia.org/wiki/The_Lucifer_Effect
Kavaklı, M. (2019, June 17). Psikolojik Dışlanma ve Sosyal Dışlanma Arasındaki Farklılık: Benlik Değeri, Yalnızlık ve Genel Aidiyet Duygusu Üzerindeki Etkileri. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ksbd/issue/45826/508856
Rotter, J. B. (1980). “Interpersonal Trust, Trustworthiness, and Gullibility.” American Psychologist, 35(1), 1-7.
Naegele, K. D., & Goffman, E. (1956). The presentation of self in everyday life. American Sociological Review, 21(5), 631. https://doi.org/10.2307/2089106
Pennebaker, J. W. (1997). Writing about emotional experiences as a therapeutic process. Psychological Science, 8(3), 162–166. https://doi.org/10.1111/j.1467-9280.1997.tb00403.x
Gergen, K. J. (2009). Relational being: beyond self and community. Choice Reviews Online, 47(04), 47–2290. https://doi.org/10.5860/choice.47-2290
Bir yanıt yazın